26 Kasım 2008 Çarşamba

KURBAN HAKKINDA KURBAN SABIR TESLİMİYET

KAYNAKTAN DERYAYA

LEBİDERYA


KURBAN HAKKINDA,, KURBAN, SABIR TESLİMİYET ....


Allah’a hamdü senalar olsun ki, bir Kurban Bayramına daha eriştik. Kurban pek çok kaza, bela ve hastalıklardan korumaya vesile olan ve bir çeşit Allahu Tealaya şükür ifade eden ve ona yaklaştıran vacip bir ibadettir.

Sözlükte; Allâh’a yakınlaşmaya vesile olan şey anlamlarına gelen kurbân, dinî bir terim olarak, ibâdet maksadıyla, belirli şartları taşıyan hayvanı usulüne uygun olarak kesmeyi ve bu amaçla kesilen hayvanı ifade eder.

Böylece "Kurban", insanı Rabbine yaklaştıran bir ibadet olarak nitelenmiştir. Kurban Bayramında kesilen kurbana "udhiye", hacda kesilen kurbana ise "hedy" denir.

Kurban uygulaması, Hz. Adem’den bu yana hemen bütün dinlerde mevcut olmakla birlikte şekil ve amaç yönüyle aralarında farklılıklar bulunur. Kur’an’da Maide suresi 27. ayette Hz. Adem’in iki oğlunun Allah’a kurban takdim ettikleri geçmektedir.




Hac Suresi 34. ayette ise ilahî dinlerin hepsinde kurban hükmünün konulduğuna işaret vardır. Ancak Hıristiyanlıkta kurban anlayışı bozulmuştur. İnsanların günahları karşısında İsa’nın kendisini feda ettiği ve çarmıha gerildiği; böylece bu kurbanla, hristiyanların doğuştan gelen günahlarına kefaret olduğu şeklinde bir bozuk inanışa dönüşmüştür.

Allah’a yaklaşmak için sevdiğimiz şeylerden infak etme anlamında kullanılan Kurban’ın tarihi seyrine baktığımızda, ilk insan Hz. Adem’den bu yana mevcut olduğunu görürüz. Şöyle hafızalarımızı biraz tazelersek, Hz. Adem’in iki oğlu Habil ve Kabil, Allah’a kurban ile imtihan olmuşlar, birisinin sunduğu kabul edilirken diğrenin sunduğu kurban reddedilmişti.

Kesin olmamakla birlikte bazı görüşlere göre Habil’in kurbanı en sevdiği kuzusu iken Kabil’in kurbanı ise günü geçmiş sebzeler olmuştu. İnsanoğlu hiçbir mal ve mülkün gerçek sahibi olmadığı halde, geçici bir süre de olsa eline geçen nimetleri infak hususunda hemen cimrileşiveriyor. İşte kurban, fedakarlığı simgeliyor. Cimrilikten arınmayı simgeliyor. Allah’a her konuda itaatı simgeliyor. Yeri geldiğinde bir hayvanı yeri geldiğinde kendi dini için vatanı için canınını verebileceğini simgeliyor.

Maalesef bazen işin gerçek hikmetini bilmeyen bazı kimselen Kurban ibadetini barbarca bulduklarını dile getirirler. Kurban ibadeti, bir kan dökmedir. Ama nice canlar kurtaracak bir kan dökmedir. Çünkü bugün insanoğlunun doğasında kan dökme duygusu olduğu kabullenilmiş bir gerçektir. İspanya’da yapılan boğa güreşleri, birbirini tanımayan iki kişinin birbirini öldürürcesine yaptıkları boks maçları, kickboxlar insanoğlunun doğasını doğrudan yansıtır. Hatta yarış arabaları seyreden seyirciler bile acaba kaza olacak mı diye bir gizli bir beklenti ile yarışı seyrederler.

Biz de bir atasözü vardır, çivi çiviyi söker diye. İşte kurban da insanın deşarj olmasını sağlıyor ve kalbi yumuşuyor. Masum bir hayvanın kanının akıtıldığını gören kimsenin yüreği yumuşayıveriyor. Yumuşayan kalpler nasıl canlara kıyabilir. Tıpkı kısasta hayat olduğu gibi kurban da insanın kötü enerjisi nötürülize eden bir ibadettir. Bir hadisi şerifte Rasulullah (SAS) şöyle buyuruyor: "Zulümden kaçınınız. Çünkü zulüm Kıyamet gününde, zalime zifiri karanlık olacaktır. Cimrilikten de sakınınız. Çünkü cimrilik sizden önceki ümmetleri helak etmiş, onları birbirlerinin haksız yere kanlarını dökmeye, haramlarını helal saymaya sevk etmiştir." (Müslim, Birr 56)

Bir başka yönü ile de vermeyi alıştırıyor bize. Yine insanın fıtratı "Rabbena hep bana’dır. Vermek başkaları ile paylaşmak zor iştir. İşte Kurban, ibadet adı altında bu güzel huyuda alıştırıyor Allah Teala. Ama maalesef bazen, Allah’ın bize sunduğu sayısız nimetlere karşı bunlardan denizde bir damla denmeyecek kadar bir nimeti çıkartamama acizliğini gösterebiliyoruz. Allah Teâla bu özelliğimizi şöyle ifade ediyor: "De ki: "Siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman bile, harcamakla tükenir endişesi ile elinizi sıkı tutardınız, insanoğlu zaten cimridir." (İsra 100) Oysa her şey zaten onun bize emaneti değil mi, Yunus bunu şöyle dizelerle dile getiriyor:

"Mal sahibi mülk sahibi, Hani bunun ilk sahibi, Mal da yalan mülk de yalan, Al biraz da sen oyalan"

Oysa biz Kalu belada Allah’a yalnızca ve yalnızca ona itaat edeceğimize söz vermiştik.(?) Madem ki dağların ve taşların yüklenemeyeceği sorumluluk mükellefiyetini üstlenerek, meleklerden bile üstün olacağımıza söz verdik o halde bu görevimizi, gönül huzuru içinde yapmalıyız. İşte, sözünde durup, nefsini yenen, cimriliğini kıran ve Allah’ın kendisine verdiği nimetleri, başkaları ile paylaşabilene ne mutlu.

Allah’ın aşkıyla dolduk Bu yolda Yunusca sevdik
Rasulüne ümmet olduk Kardeş olmayı öğrendik
Canlara cananı bulduk Şükür hen gafleti yendik
Mü’miniz kalu beladan Mü’miniz kalu beladan

Ehli sünnet vel cemaat Kabedir kıblegahımız
Yüce Mevla’ya itaat Yüce Kur’an kitabımız
İşimiz ibadet taat Kalpleredir hitabımız
Mü#miniz kalu beladan Mü’miniz kalu beladan

Allah’a yaklaştıran ibadetlerden en önemlisi infaktır. Her nimetin bir şükür yolu vardır. Paranın şükrü zekatıdır. Canın şükrü edası yeri geldiğinde cihat edebilmedir. Bizim istifademize sunulan canlıların şükrü de kurbandır. Şükürler olsun ki, Allah Teala, bizden yapamıyacağımız fedakarlıklar beklemiyor. Düşünün ki evlatların şükrü içlerinden birinin kurbanı olsaydı, hangimiz yapabilirdik….

Bu imtihanı hiç birimiz başaramazdık. Ancak, Hz. İbrahim bundan müstesna. Allah Tealâ, Hz. İbrâhim’e lutfu ile peygamberlik vermiş, onu ateşin yakmasından korumuş, imkansız olmasına rağmen duasını kırmayarak yaşlılığında ona İsmail’i vermiş, hatta kısır hanımından da yine peygamber olacak bir oğul daha yani İshak’ı da vermiştir. Yüce Allah ona vermiş olduğu bu ihsanların karşısında onu evlat sevgisi ve Allah sevgisi arasında seçim yapma gibi bir imtihana da tabi tutmuştur. İlk imtihanı ayrılıktır.

Yıllarca evlat özlemi çeken Hz. İbrahim, nihayet bir oğula kavuşmuş ama akabinde Allah Teâla onun bu çocuk sevgisini kırmak için ilahi bir emirle, daha iki yaşndaki oğlu ile eşi Hacer’i kilonurda metrelerce uzağa ta Mekke’ye bırakmak zorunda kalmıştır. O bu imtihanı başarmıştır. Allah’ın emrini her şeyden yüce bilip insan değil, bir bitki hatta su bile bulunmayan bugünkü Kabe’nin yakınına tam bir teslimiyet içerisinde ailesini bırakıp dönmüştür.

Hz. İbrahim’in İmtihanı ayrılık ile de bitmemiştir. Çünkü peygamberler en ağır imtihanla imtihan olurlar. Can paresi , gözünün nuru oğulcuğu İsmail biraz büyüyüp, serpilip çocuk yaşa geldiğinde Allah yeni bir imtihana tabi tutuyor. Ona verilen nimetlerden en sevdiği nimeti yani oğlunu Allah için kurban et emrini veriyor. Hz. İbrahim, bütün varlığını kurban etmeye hazır ama rüyaları ona en sevdiği şeyin İsmail olduğunu söylüyor…. İsmail.. İsmail’i kurban etmek… Allah teala, Hz. İbrahim’in kayıtsız şartsız, Allah’a olan bağlılığını imtihan etmiştir. Allah’ın ona bahşettiği yavrusunu, tekrar Allah’a verebilecek mi?..

Gerçekten ne ağır bir imtihan!.. Ama Hz. İbrahim, bağrı yansa da, yüreği pare pare olsa da, o dikenden esirgediği yavrusunu kendi elleriyle kurban etmek için Mina’ya götürmeye kararlıdır… Bıçağını bilevliyor, öyle keskin olmalı ki, oğulcuğu daha fazla acı çekmemeli, eğer bir seferde kesemezse, belki kendi de bu işi başaramayacağından endişeli, işte bıçağı öyle bilevliyordu, kafasında üstesinden gelemeyeceği binbir düşünce ile… Ve nihayet bugün yani bizim için bayram olan bugün olduğunda Allah’a olan itaatini ispat için, oğlunu alıyor ve Mina#ya götürüyor. Kendi dalgın önde, oğulcuğu arka sıra geliyor. Şeytan bu boş durur mu tam fırsatı ailenin bütün fertlerini kandırmaya çalışıyor ama başaramıyor, nihayet İsmail’e ilişiyor ve ona babasının kendisini kesmeye götürdüğünü söylüyor.

İsmail, bir şeylerden şüphelense de şeytana fırsat vermiyor hatta şeytana attğı taşlarla onu tek gözünden ediyor da artık adı "kör şeytan" oluyor. İsmail durumu babasına sorduğunda babası ona gördüğü rüyayı ve emri ilahiyi söylüyor. İsmail, daha çocuk yaşta, ama o da bir peygamber olacak tinette. İsmail, ne kaçıyor, ne de baba bana nasıl kıyarsın diyor.. "Baba daha hayatımın baharındayım demiyor!" Babasına söylediği şeye bakın, Babacığım, emrolunduğun şeyi yap, yani sakın elin titremesin güçlü ol. Ve beni inşallah sabredenlerden bulacaksın. Yani ben de metin olacağım, senin işini zora sokmayacağım" diyordu…

Ne büyük bir imtihan. Kesilecek mekana geliyorlar, İsmail boylu boyunca yüzü koyun uzanıyor boynunu taşın üzerine koyuyor. İbrahim Peygamber, "Ulu’l- Azm" peygamber olmak elbette kolay değil. İşte İbrahim (AS) da, bıçağı kaldırıyor ve gözünü kapatıp sürüyor bıçağı bakmaya doyamadığı oğulcuğunun boynuna. Ne oluyor bıçağa ki kesmiyor. İbrahim (AS) bakamıyor, kesmek zorunda… sürtüyor var gücüyle bir iki üç …ama bıçak kesmiyor. Gözünü kaldırıyor göklere, Rabbine yalvarırcasına bu imtihan daha ne kadar sürecek diye yardım istiyor.

Oysa Allah Teala’nın ondan istediği bir ceset değildir, yalnızca itaat edip edemiyeceğidir, evet ikisi de imtihanlarını başarmışlardır. Allah Teâla şöyle buyuruyor: "Onların (kurbanların ) ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat O’na sadece sizin takvanız ulaşır." Allah İsmail’i ona yeniden hibe ediyor, Çünkü İbrahim, babalığı değil, peygamberliği seçmiştir; babalık şefkatini değil nebilik ciddiyetini seçmiştir, oğlunu değil Rabbini seçmiştir. Bu hâdise Saffat suresinin 100-111. ayetlerinde şöyle ifade edilmektedir:

100 "Ey Rabbim! Bana salihlerden olacak bir çocuk bağışla."
101 Biz de ona uysal bir oğul müjdeledik.
102 Çocuk kendisiyle birlikte koşup yürüyecek yaşa gelince İbrahim ona, "Yavrum, ben rüyamda seni boğazladığımı gördüm. Düşün bakalım, ne dersin?" dedi. O da, "Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın" dedi.
103,104 Nihayet her ikisi de (Allah’ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) yüz üstü yere yatırınca ona, şöyle seslendik: "Ey İbrahim!"
105 "Gördüğün rüyanın hükmünü yerine getirdin. Şüphesiz biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız."